İstanbul'un tarihini en iyi yansıtan unsurlardır camiler. Camiler kültürüdür İstanbul'un. Herkesin bildiği gibi boşa değildir onca onlara bakmaya gelen insan. İstanbul'un nefes aldığı yerlerdir camiler.
İHTİYAR KADIN VE YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ
Bu efsaneyle beraber Osmanlı'da rüyalar ve kerametlere fazlasıyla yer ve önem verildiğini fark ediyorum. Hoş, kuruluşunda bile bir rüyanın katkısı var ama önemli olayların hepsinde böyle
rüyalardan bahsetmek mümkün.
Yavuz Sultan Camii yapılırken, ihtiyar bir kadın ustaların yanına gelir elindeki beş parayı uzatıp cami yapımına katmalarını ister. Fakat padişahın fermanına göre kimsenin parası cami için alınmayacaktır. Kadının ısrarları yanıtsız kalınca parasını harcın içine atar ve ustalar da bulamaz.
O gece Yavuz Selim,rüyasında kendini beyaz bir atta cennete girerken görür. Tam girecekkken bir kadın atının arkasında belirir ve attan inmez.
Sabah uyandığında camiye hayır kabul edildiğini anlayıp camiye gidip durumu dinler. Böylece caminin önüne kürsü kurar tüm yaşlı kadınların kürsünün önünden geçmesini ister. Fakat onu bir türlü bulamaz. Tam o sırada uzaktan bir kadın gelir ve padişah onu tanır. Kadın "Neden beni attan atmaya çalıştın? Sen zenginsin bir cami yaptırıp hayır yapabilirsin ama benim gücüm yetmez müsaade et çorbada tuzum bulunsun." der. Padişah kaç para istediğini sorunca kadın adına bir cami yapılmasını ister ve Yavuz Selim ihtiyar kadın adına Şeb Sefa Hatun Camii'ni yaptırır.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/122-123)
EFSANE ISTANBUL
"Yazsam okusam okusam yazsam biri devamlı çay verse bana..."
9 Ocak 2016 Cumartesi
EFSANE SEMTLER
İstanbul'un her bir noktası İstanbullu için ayrı güzeldir. Gittiğin her semti seni farklı bir ruh haline sokar. Hangi semtte yaşıyorsan o tip bir insansındır sen. Çünkü bir semt yaşadıklarını sana her karesiyle hissettirir. İstanbul yaşar, semtleri yaşar. Bir kaç semtin yaşadıklarını yani efsanelerini okudum. Beğendiklerimin bir kaçını paylaşmak istedim.
Rivayete göre Beşiktaş fethedildikten sonra Bizans'tan kalma taşlarda üzerinde beşik resmi olan sütunlar görülmüştür. Bu taşlara "Beşikli Taş" denmiş ve söylene söylene "Beşiktaş"a dönüşmüştür.
(İstanbul'un 100 efsanesi/52)

Üsküdar'ın ismiyle ilgili efsanelerden en beğendiğim;
"Kadıköy semti kurulduktan sonra Üsküdar evleri Kadıköy'ün yeni evleri karşısında 'eski' ve 'dar' kaldı. Bunun üzerine 'eski ve 'dar' kalan bu semte, 'Eskidar' dendi zamanla bu isim 'Üsküdar'a dönüştü."
- Evliya Çelebi
(İstanbul'un 100 efsanesi/62)
Dilden dile dolaşıp değişen hikayeleri hep beğenmişimdir. Büyük ihtimalle Üsküdar ve Beşiktaş'ı bu sebeple seçtim.
Selamiyye sokağından geçen bir adam buradaki esnaflara hiç selam vermezmiş. Bundan dolayı esnaflar ona "Selamsız" adını takmışlar. Daha sonra onu bir zata şikayet etmişler. Zat bunu Selamsız'la konuşunca Selamsız onu katırına bindirmiş kendisi başka bir katıra binmiş ve o sokaktan geçerken zat gördüklerine inanamamış. Esnafın başka mahlukatların şekline büründüklerini görmüş. Zat Selamsız'a har vermiş ve ona :
-Huyları o kadar kötüymüş ki surelerine yansımış, demiş. Ertesi gün esnaflara gitmiş:
-Asıl selamsız sizsiniz! Sizin sokağınız ve çarşınız selamsız,diyerek onları azarlamış
Esnaf kendine çeki düzen vermiş fakat bu lakap dilden dile dolanmış ve semtin adını almış.
(İstanbul'un 100 efsanesi/60)
"BEŞİKTAŞ"
Rivayete göre Beşiktaş fethedildikten sonra Bizans'tan kalma taşlarda üzerinde beşik resmi olan sütunlar görülmüştür. Bu taşlara "Beşikli Taş" denmiş ve söylene söylene "Beşiktaş"a dönüşmüştür.
(İstanbul'un 100 efsanesi/52)
"ÜSKÜDAR"

Üsküdar'ın ismiyle ilgili efsanelerden en beğendiğim;
"Kadıköy semti kurulduktan sonra Üsküdar evleri Kadıköy'ün yeni evleri karşısında 'eski' ve 'dar' kaldı. Bunun üzerine 'eski ve 'dar' kalan bu semte, 'Eskidar' dendi zamanla bu isim 'Üsküdar'a dönüştü."
- Evliya Çelebi
(İstanbul'un 100 efsanesi/62)
Dilden dile dolaşıp değişen hikayeleri hep beğenmişimdir. Büyük ihtimalle Üsküdar ve Beşiktaş'ı bu sebeple seçtim.
"SELAMSIZ"
Selamsız adının nereden geldiğini hep merak ederdim ve "eskiden insanlar selam vermezmiş galiba" der,gülerdim fakat tahminlerimin haklı yönleri varmış.
Selamiyye sokağından geçen bir adam buradaki esnaflara hiç selam vermezmiş. Bundan dolayı esnaflar ona "Selamsız" adını takmışlar. Daha sonra onu bir zata şikayet etmişler. Zat bunu Selamsız'la konuşunca Selamsız onu katırına bindirmiş kendisi başka bir katıra binmiş ve o sokaktan geçerken zat gördüklerine inanamamış. Esnafın başka mahlukatların şekline büründüklerini görmüş. Zat Selamsız'a har vermiş ve ona :
-Huyları o kadar kötüymüş ki surelerine yansımış, demiş. Ertesi gün esnaflara gitmiş:
-Asıl selamsız sizsiniz! Sizin sokağınız ve çarşınız selamsız,diyerek onları azarlamış
Esnaf kendine çeki düzen vermiş fakat bu lakap dilden dile dolanmış ve semtin adını almış.
(İstanbul'un 100 efsanesi/60)
SÜLEYMANİYE CAMİİ
"İstanbul camileri olmasa 'İstanbul' olur muydu ?" diye sorarım zaman zaman. O eşsiz camilerden birisi şüphesiz Süleymaniye Camiidir. Bu cami Kanuni'nin kudretini simgelemektedir. Söz konusu böylesine bir cami olunca efsanelerde fazlasıyla şaşırtıcı ve ilgi çekici oluyor.
Kanuni, Süleymaniye Camii'nin inşasına karar verdiği zaman bir gece rüyasında Hz. Muhammed, ona camiyi nerde yapacağını iç ve dış yapısının nasıl olacağını anlatmış.Ertesi gün Hz Muhammed'in gösterdiği yere giderek Mimar Sinan'ı çağırmış. Mimar Sinan, Hz. Muhammed'in sözlerini tekrarlamış. Bunun üzerine:
-Mimarbaşı! Rüyamdan haberli gibisin,deyince Mimar Sinan:
-Sultanım! Sizin dün geceki rüyanızda ben de sizin iki adım arkanızdan geliyordum, demiş. Bu duruma sevinen kanuni cami inşasının başlamasını emretmiş.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/118)
Süleymeniye Camii yapılırken Roma-German İmparatoru Şarklen camii için içine haç koyduğu bir memer gönderip bu mermeri mimbere koymalarını rica eder. Böylece müslümanlar bir haca secde edeceklerdir. Şarklen'in bu planı Mimar Sinan'a rüyasında bildirilir. Mimer Sinan padişah'ın huzurunda mermeri kırdırır. Bunun üzerine Kanuni hacı başka bir mermerle eşiğe koydurur. Böylece Şarklen amacına ulaşamaz ve müslümanlar haca basarak camiye gireler.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/119)
KANUNİ'NİN RÜYASI
Kanuni, Süleymaniye Camii'nin inşasına karar verdiği zaman bir gece rüyasında Hz. Muhammed, ona camiyi nerde yapacağını iç ve dış yapısının nasıl olacağını anlatmış.Ertesi gün Hz Muhammed'in gösterdiği yere giderek Mimar Sinan'ı çağırmış. Mimar Sinan, Hz. Muhammed'in sözlerini tekrarlamış. Bunun üzerine:
-Mimarbaşı! Rüyamdan haberli gibisin,deyince Mimar Sinan:
-Sultanım! Sizin dün geceki rüyanızda ben de sizin iki adım arkanızdan geliyordum, demiş. Bu duruma sevinen kanuni cami inşasının başlamasını emretmiş.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/118)
HAÇ GİZLİ MERMER
Bu efsane benim aklıma Yavuz Sultan Selim'in aynı nitelikteki hikayesini aklıma getirdi. Osmanlı padişahlarının üslubunun benzer olduğunun farkına vardım.Hikayeyi okumak isterseniz tıklamanız yeterli.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/119)
EĞRİ MİNARE
Süleymaniye Camii yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve birisi "Minare eğri"der. Bunu duyan Mimar Sinan "Haklısın" der ve urganla güya düzeltiyormuş gibi işçilere çektirir.Sonra çocuğa "Düzeldi mi evlat?"diye sorar çocuk da "Şimdi düzeldi"der. Kalfalar neden böyle yaptığını sorduğunda Mimar Sinan "Eğer yapmasaydım çocuk minarenin eğik olduğuna inanacak ve belki büyüdüğünde insanları da buna inandıractı" der.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/120)
FETİH
Dünyanın her yerinden insanların gönlünü fethetmiş bu şehrin fethi tek başına bir efsanedir. İstanbul'un fethi tarihin en önemli olaylarındandır. İşte bu yüzdendir ki adına diğer tarihi olaylardan çok daha fazla kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş ve bir çok tartışma yapılmıştır. Çünkü İstanbul sadece günümüzde değil her devirde dünyanın göz bebeği olmuştur.
"Eğer dünya tek bir ülke olsaydı,başkenti İstanbul olurdu"
-Napoleon Bonaparte
İstanbul gelenin büyüsüne kapılıp gitmek istemediği, gelemeyenin buruk olduğu ve içinde yaşayanın da bırakmak istemeyeceği bir şehirdir. Böylesine baş döndürücü bir şehir tarihte de bir çok devleti bir birine düşürmüştür. Fatih Sultan Mehmet'in bu zaferinin üstüne bir çok efsane kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Bu yazıda İstanbul'un fethi ile ilgili efsaneleri derledim.
“Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı
hazırlanınca, binip Semerkant’tan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkant’ın dışında bir yerde talebelerine; “Siz burada durunuz!” buyurdu.Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasındaMevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı: “Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.”
Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında; “Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı” buyurdu.
Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî’nin şöyle anlattığını nakletmiştir: “Bilâd-ı Rûm’a (Anadolu’ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydullah-ıAhrâr’ın şeklini ve şemâilini târif etti ve; “O zâtın beyaz bir atı var mıydı?” diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bâzan ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine SultanBâyezîd Hân, bana şöyle anlattı: Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi: “İstanbul’u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî’nin imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi; “Korkma!” buyurdu. Ben de; “Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr çok.” dedim. Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. “İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defâ kös vur ve orduna hücûm emri ver.” buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul’un fetih işi gerçekleşti.”
(İstanbul'un 100 Efsanesi/73)
Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u kuşatırken, kuşatmanın neden o kadar uzun sürdüğünü ve Bizanslıların nasıl o kadar dayanabildiklerini merak ediyor ve ordunun şeyhi olan Akşemseddin’e bunun nedenini soruyor. Akşemseddin, Konstantiniye ‘de Yavedut Sultan isminde çok inançlı birinin olduğunu ve Konstantiniye’nin Osmanlıların eline düşmemesi için içten dua ettiğini anlatıyor. İstanbul’un fethinin ancak Yavedut Sultan öldükten sonra gerçekleşeceğini söylüyor ve Yavedut Sultan’ın tam elli gün sonra öleceğini bildiriyor Sultan Mehmet’e. Kuşatma gerçekten elli gün daha sürüyor.
"Eğer dünya tek bir ülke olsaydı,başkenti İstanbul olurdu"
-Napoleon Bonaparte

ŞU KÜÇÜK ÇELEBİ BİR BÜYÜSÜN
Tasavvuf alimlerin kerametleri hep beni etkileyen hikayelerdir. O dönemlerde de sözlerine itimat edenler çoğunluklarmış. İşte büyük mutasavvıf Hacı Bayram Veli ile ilgili bir efsane;
"Hacı Bayram Veli Edirne'ye geldiğinde iki yaşındaki Fatih'in babası Sultan Murat ona:
-Şeyhim ben İstanbul'u alabilecek miyim ? diye sordu. Hacı Bayram veli ses çıkarmayınca Sultan Murad tekrar sordu. Hacı bayram Veli bir müddet sonra:
-Sulatnım, İstanbul'u zapt etmek sana nasip değil! der.
Sonra Şehzade Mehmet'i göstererek:
-Şu küçük Çelebi hele bir büyüsün de seninle o zaman konuşuruz."
(İstanbul'un 100 Efsanesi/70)
UBEYDULLAH AHRAR
Okuduğumda en çok etkilendiğim efsanelerden bir tanesi. Bir mucizeyi anlatan bu efsane tüylerimi diken diken etti diyebilirim.Ubeydullah Ahrar hakkında araştırma yaparken bir çok böyle kerametin olduğunu gördüm. Efsaneyi sizle bire bir paylaşacağım:“Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı
hazırlanınca, binip Semerkant’tan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkant’ın dışında bir yerde talebelerine; “Siz burada durunuz!” buyurdu.Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasındaMevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı: “Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.”
Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında; “Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi. Zafer kazanıldı” buyurdu.
Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî’nin şöyle anlattığını nakletmiştir: “Bilâd-ı Rûm’a (Anadolu’ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydullah-ıAhrâr’ın şeklini ve şemâilini târif etti ve; “O zâtın beyaz bir atı var mıydı?” diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bâzan ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine SultanBâyezîd Hân, bana şöyle anlattı: Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi: “İstanbul’u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî’nin imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi; “Korkma!” buyurdu. Ben de; “Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr çok.” dedim. Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. “İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defâ kös vur ve orduna hücûm emri ver.” buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul’un fetih işi gerçekleşti.”
(İstanbul'un 100 Efsanesi/73)
YAVEDUD SULTAN
Büyük ses getirmiş efsanelerden bir tanesi. Bu konuda az bile ilgi çekmiş diyebiliriz. Fazlasıyla etkileyici ve akıl almaz bir efsane.

İstanbul Osmanlıların eline geçtikten bir gün sonra Sultan, Ayasofya’yı ziyaret ediyor ve orada göğsünde kan rengi bir yazıyla Yavedut yazan bir ceset bulunuyor. Bunu gören ve Sultan’a refakat eden Şeyh, Sultan’a ‘İşte kuşatmanın o kadar uzun sürmesi bu adamın dualarındandır, Padişahımıza bildirmiştik bunu’ diyor. Etraftaki Şeyhler cesedi yıkamaya kalkışınca, bir ses duyuluyor; ‘Yıkamayın! O şimdi yıkanmış ve cennete kabul edilmiştir bile, onu toprağa verin.’ Şeyhler, tabii ki şaşkın kalıyorlar, cesedi tabuta koyuyorlar.
(İstanbul'un 100 efsanesi/74-75)
FATİH'İN VASİYETİ
Beni düşündüren bir efsane oldu bu efsane. Acaba o günler yakın mı ya da geldik mi zaten? Savaşlar atlatıldı İstanbul gitmedi peki savaş olmayınca farketmeden gidiyorsa ?
Fatih İstanbul'a geldiğinde Ayasofya'da bir keşiş görürler. Onu huzura çıkarırlar ve neden zindana atıldığını sordular ve o da fala baktığını ve Türklerin İstanbul'u alacağını söylediğinde Konstantinos'un kızararak onu zindana attığını anlatır.Bunun üzerine Fatih de İstanbul'un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil atmasını istedi. keşiş:
- İstanbul Türklerin elinden savaşla çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki emlak ve toprak azalacak; bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.
Bunu duyan Fatih ellerini gökyüzüne kaldırarak "İstanbul'da edindiği yerleri yabancılara satanlar Tanrı'nın gazabına uğrasınlar..." dedi.
(İstanbul'un 100 Efsanesi//83)
(İstanbul'un 100 Efsanesi//83)
SULTAN II. BAYEZİD VE DENİZ KIZI
Masallara benzer bu hikayenin açıklaması zaten kendisidir diye düşünüyorum:
Sultan II. Bayezid, bir gün Boğaziçi'nde saltanat kadırgası ile dolaşırken denize ağ atan balıkçılara rastlar.
"Balık çok çıkar mı?" diye sorar.
"Baht işidir padişahım" derler.
"Benim bahtıma da bir ağ atın!" der.
Balıkçılar padişahın bahtına ağ atar, bir şey çıkmaz. Tekrar atarlar, yine boş. Nihayet üçüncü seferde ağın içinden bir denizkızı çıkar. Sultan Bayezid:
"Bahtım olan bu kızı İstanbul'da gezdirin, nerede ne söylerse gelin bana haber verin!" der.
"Orada niçin güldün, ey güzel bahtım?" diye sorar. Denizkızı:
"Ona güldüm ki padişahım." der, "Bir adam define bulucusuyum diye çıkmış, oysa altında hazine vardır, haberi yok."
Kızın göstediği yeri kazarlar, bir koca mermer havuz dolusu altın bulunur. . Sultan Bayezid, Beyazıt Camii'ni ve hayratını bu para ile yaptırır.İnşaatta çalışan ustalara, kalfalara:
"Gündelik hakkınızı akşama gidin, oradan kendi elinizle alın"der.
KAPALIÇARŞI TÜNELLERİ
Kapalı Çarşı dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır. Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı ile adeta bir şehirdir.Bu kadar büyük bir yerin de büyük efsaneleri olur elbet. Korku hikayeleri her zaman en sürükleyici ve merak uyandırıcı hikayelerdendir. İşte bu efsane de onlardan bir tanesi :
İstanbul'un altı birbirine bağlı dehlizlerle kaplıymış. Bir efsaneye göre bu dehlizler Kapalıçarşı'nın altından da geçiyormuş. Hatta şu an, Kapalıçarşı'nın gizli bir yerinden bu dehlizlerle girilebiliyormuş.Buralarda yemek takımı üzerine çalışan atölyeler varmış. Çalışanlar da kimseye bahsetmemeleri için Kuran'a el bastırılıyormuş.Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyormuş ama kullanmak kesinlikle yasakmış. Bir keresinde 3-4 işçi çocuk ilerilere gitmeyi denemiş.dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri kaybolmadan dönebilmiş fakat o da aklını kaybetmiş.Çünkü burada iskeletler,böcekler ve fareler varmış. Çocuk bir daha hiç dışarı çıkmamış. Kim ne verse onu yer bir kaç gün kaybolur gelince de bir şey yemeden bir noktaya bakarmış.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/110-111)

(İstanbul'un 100 Efsanesi/110-111)
İSTANBUL AŞIKLARI
"Boğazı dantel gibi süsleyen Kız Kulesi,her şeye tepeden bakan, kibirli Galata'ya aşık oluyordu."
Kız kulesi hep aşk hikayelerinde baş roldür. Çünkü Kız Kulesi aşk hikayelerinden doğmuştur. Boğazın kraliçesi, tek başına durur tüm asaletiyle. Bir filmin esas kızı gibidir o. Belki de bu yüzdendir ki onu seyretmeye gider yıllardan beri aşıklar. İstanbul'un Eyfel'idir belki de... İşte o aşk dolu iki Kız kulesi efsanesi:
LEANDRAS VE HERO
Çoğumuzun ilk öğrendiği efsanelerdendir Leandras ve Hero'nun efsanesi fakat asla eskimez. Bu bizim aşk hikayelerini sevdiğimizden mi yoksa Kız kulesi'ni sevdiğimiz için midir ? Aslında belki de ikisi birdendir.
Çok eski zamanlarda Üsküdar sırtlarında Tanrıça Afrodit adına yapılmış bir tapınak vardır ve bu tapınakta görevli olan rahibelerden birinin adı Hero'dur. Hero adında ki bu genç kız tapınakta bulunan kumrulara bakmakla görevlidir ve aşka yasaklıdır. Hero sanılanın aksine tapınak dışında, denizin üzerine kurulmuş bu küçük kulede yaşar.
İnsanlar, tapınağa özellikle her ilkbaharda doğanın uyanışını kutlamak için gelir, burada törenler düzenlerler ve aralarında aşkı bulamayanlar var ise Afrodit'in mabedinde aşkı yaşayabilmek için dua ederler. Yine bir ilkbaharda törene katılmak için kuleden ayrılan Hero, karşı kıyıdan gelen Leandros ile tapınakta karşılaşır. Daha görür görmez Hero'ya aşık olan delikanlının ateşli ve hüzünlü bakışları Hero'yu da etkiler. Bu kısacık zaman diliminde birbirine sırılsıklam aşık olan iki genç, gizlice buluşmaya başlar. Kalplerinin başka hiçbir insan için çarpmayacağının farkında olan aşıklar, bir gece Leandros'un tapınağa gelmesiyle aşklarını ölümsüzlükle kutsarlar.
Leandros, o günden sonra her gece yüzerek kuleye gelir, gece karanlığında güzel rahibenin yaktığı ateş ona yol gösterir ve Kızkulesi bu iki aşığın gizli sevdalarına, yasak sevişmelerine şahit olur. Leandros'un yüzerek kuleye gelmeye çalıştığı fırtınalı bir gecede, kıskanç bir rahip gizlice geldiği kulede Hero'nun yaktığı sevda ateşini söndürür. Karanlıkta yolunu yitirip, boğazın sularına gömülen Leandros'un ölümünü öğrenen Hero'da kendini boğazın sularına bırakır.
Bu hüzünlü ve aşk dolu hikayeyi bilen aşıklar için, Kızkulesi'nin önemi bir başkadır, belki de bu yüzden pek çok aşık Hero ve Leandros'un anısına burada aşklarını ölümsüzleştirir.
Yüzlerce aşık 2000 yılından bu yana birbirlerine sonsuza dek burada evet demiş, aşklarını burada fısıldamış ve Kızkulesi'nin sevdalarına tanıklık etmesini sağlamışlardır. Aşıkların Kızkulesi'ne bakan kıyı şeritlerde sözleşmesi, aşkını kaybeden sevdalıların onun manzarasına sığınmaları hep bu efsanedendir... O küçük ve güzel kule aşkın simgesi, aşıkların sığınağıdır.
(İstanbul'un 100 Efsanesi/86-87)
CHARLES VE DAMALİS

(İstanbul'un 100 Efsanesi/86)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)